Carl Jung, Freudcu topluluktan koptuktan sonra Analitik Psikoloji olarak anılan ekolü geliştirmiştir. Psikoloji ekollerinde bireysel bilince ve bilinç dışına atıf kavramlarından farklı olarak Jung mitolojiden ve Doğu dinlerinden sıkça bahsetmiş ve ortak bilinç dışı, arketipler, anima, animus, gölge gibi kavramlardan bahsetmiştir.
Ortak Bilinç Dışı
Geçmiş ve günümüzün değişik kültürlerinde benzer deneyimlerden bahsetmek söz konusudur. Doğduğunuz anda anneyle derin bir bağ kurmak, biraz büyüdüğünüzde karanlıktan korkmak, biraz daha ilerleyen yaşlarda doğayı yaratan ve kontrol eden insan üstü bir gücün varlığını kolaylıkla kabul etmek. Peki bu nereden gelir?
Jung’a göre bunun sebebi, nasıl ki fiziksel özelliklerimizi atalarımızdan alıyorsak, bilinç dışı psişik özelliklerimiz de fiziksel kalıtım gibi aktarılır. Jung’a göre bütün insanlar bu ortak bilinç dışı malzemeyle doğar ve Freud’un bahsettiği kişisel bilinç dışı kavramından farklıdır, buradaki malzemeyi bastırmaya çalışmayız.
Bu ortak bilinç dışı ilksel imgeler dediğimiz, çevremize belirli tepkiler vermemizi sağlayan arketiplerden oluşur. Jung anne, baba, yaşlı ve bilge adam, güneş, ay, kahraman, Tanrı ve ölüm gibi başlıca arketiplerden bahsetse de yaşamımızda rastlanan durumlar kadar çok arketipten bahsetmiştir. Ortak bilinçte anne, karanlık ve Tanrı temel imgeler olduğu için yaşamımızın ilk yıllarında anneyle etkileşip karanlığa ve Tanrı’ya bir tepki veririz.
Başlıca Arketipler; Anima, Animus, Gölge
‘’Bir erkek eşini seçerken bilinç dışındaki dişiye karşılık gelen, kendi ruhunun yansımasını hiç tereddütsüz kabul edecek bir kadını cezbetmeye çalışır.’’ Carl Jung
Anima, erkeğin dişi yönüdür, animus ise dişinin erkeksi yönüdür. Jung’a göre her erkeksi erkeğin içinde dişi bir yön, her dişi bir kadının içinde de erkeksi bir yön vardır ve bu arketiplerin işlevi eş seçimi bir ilişki yürütme sürecine rehberlik etmektir. Jung, her insanın aradığı kadın ve erkeğin, kendisine ait bilinç dışı imgesine ne kadar uyarsa o kişiyle bir ilişki kurmayı o kadar çok isteyeceğini ileri sürer. Yani kişi aşık olduğu insana neden aşık olduğunu açıklayamasa bile, bu romantizmin gerçek nedenini atalardan gelen bilinç dışı kavramı ile ilişkilendirir.
Gölge ise,bireylerin olumsuz tarafını, kişiliğin karanlık yönünü yani insanlığın kötülüğe eğilimli yönünü temsil eder. Carl Jung, gölgenin bir kısmının bastırılmış şekilde kişisel bilinç dışında var olduğunu bir kısmının da kollektif bilinç dışında var olduğunu ileri sürer. Kollektif bilinç dışının arketipinde gölge şeytan olarak simgeleştirilmiştir. Ancak kişisel bilinç dışında bastırılan gölgenin, kendimizde sevmediğimiz özellikleri haiz olduğunu ileri sürer. İyi uyum göstermiş insanlar iyi ve kötü yönlerini kendi içlerinde bütünleştirmişlerdir ancak, bu uyumu yakalayamamış bireylerin kendilerinde sevmedikleri özellikleri başkalarında gördüğünü söylemiştir ve bu yaklaşım Freud’un yansıtma kavramıyla benzerlik gösterir.
Carl Jung’un Kavramlarına Yönelik Kısa Bir Tartışma
Jung’un geliştirdiği kuramın bilimsel araştırmalarla doğrulanmasının zorluğu bu kurama yöneltilen başlıca eleştirilerden olmuştur. Ancak Jung, görüşlerinin hayal gücüne dayanmadığını, mitolojiyi, kültürel simgeleri, rüyaları ve şizofreni hastalarının incelenmesi ve uzun yıllar yapılan çalışmalar sonunda oluştuğunu ileri sürmüştür. İlksel imgelerin farklı kültürlerde ve zamanlarda defaatle tekrarladığını ve aynı kavramlar olduğunu kollektif bilinçdışına kanıt olarak göstermiştir. Örneğin akbaba simgesinin günümüz insanlarının rüyalarında yer aldığı gibi ve hiç bilinmeyen kültürlerin dini yazıtları ve mitolojide de benzer şekilde yer aldığını somut verilerle sunmuştur.